Türkiye’de genel seçimlerden hemen önceki iki ay içinde olumlu bir resim varsa seçim sonuçları önceden satın alınır; borsa ralli yapar, faiz ve dolar düşerdi. 7 Haziran seçimlerine üç hafta kaldı, ama net hata noksan kalemindeki kaynağı meçhul para girişiyle yapılan dopinge rağmen, piyasalar beklendiği gibi seçim sonuçlarını fiyatlamıyor! Fed’in faiz artırımını haziran ayında yapamayacağı beklentisinden beslenen temkinli iyimserlik havası kimseyi yanıltmasın.
Peki neden?
CHP, MHP ya da HDP’nin tek başına iktidara gelmesi mi piyasaları korkutuyor? Yoksa olası koalisyon seçenekleri mi?
İkisi de değil!
Piyasaları, ne seçim vaatleri, ne de koalisyon ihtimali korkutuyor. Korkutan şey, tek başına AKP iktidarı ve seçimlerden sonra Erdoğan’ın yapacakları.
Evet, yanlış okumadınız: önümüzdeki 12 ay içinde yaklaşık 200 milyar dolar finansman ihtiyacı ve sadece 35 milyar dolar net rezervi olan; kimilerine göre “güçlü”, açığı finanse edeceklere göreyse “döviz riski” olan ve büyüyemeyen Türkiye ekonomisi için korkulan şey bizatihi Erdoğan’ın kendisi.
Hatırlayın, geçen cuma S&P’den gelen not indiriminin en önemli gerekçesi, Merkez Bankası’na yapılan politik baskı ve para politikası çerçevesinin güvenilirliğini kaybetmesiydi.
HDP ve MHP hariç, partilerin maliye politikaları arasında belirgin bir fark yok. Üç muhalefet partisi de fiyat istikrarını sağlamaya çalışırken Merkez Bankası’nın araç bağımsızlığını savunuyor ve Merkez Bankası’na yapılan siyasi baskıyı yanlış buluyor.
Erdoğan vesayetinde olmayan ve üç dönem kuralına takılan AKP kadroları da Merkez Bankası’nın bağımsız olması gerektiğini düşünüyor. Ancak o cenahta bariz bir korku var. Partide Erdoğan vesayetine koşulsuz teslim olmaya hazır çok isim var ve olmaya devam edecek. Bu isimlerden kabineye girecek ve ekonomi yönetiminde olacaklar da var.
İnsanlar, tek başına bir AKP iktidarından, hele hele Erdoğan vesayetine daha fazla girmiş bir AKP iktidarından nasıl bir ekonomi yönetimi çıkacağını ve bu yönetimin Erdoğan vesayetine ne kadar teslim olacağı konusunda kaygılılar.
Konuştuğum birçok piyasa oyuncusunun aklında şunlar var:
AKP anayasayı değiştirebilecek çoğunluğa ulaşamadan tek başına iktidar olsa dahi, Davutoğlu ile Erdoğan arasındaki ilişki sorunsuz devam edemez. Erdoğan, anayasal sınırlar içinde kalarak Cumhurbaşkanlığı yapmaya razı olmaz. Olası bir seçim başarısını kendisine mal eder. Partiye, kabineye, ekonomi yönetimine, dış politikaya, başta Merkez Bankası olmak üzere bağımsız kurumlara müdahale eder. Eski otoritesinin tanınmasını bekler. Her an tekrar partinin başına dönebileceği korkusu/beklentisi yaratarak hükümet, bürokratlar ve milletvekilleri üzerindeki vesayeti devam etsin ister. İstediğini alamayınca da ortalığı karıştırmaktan çekinmez.
Anlayacağınız piyasa oyuncuları, siyasi istikrarın tek başına bir AKP iktidarına bağlı olmadığı, hatta Erdoğan’dan beklenen ani çıkışlar nedeniyle ülke riskinin seçimlerden sonra daha da artacağı kanaatinde.
Daha önce de yazmıştık; tek başına iktidarla siyasi istikrar arasında ilişki koptu diye. Çünkü anayasamıza göre devlet kurumlarının uyum içerisinde çalışmasını gözetmekten sorumlu Cumhurbaşkanı, hükümetin ve devlet kurumlarının uyumunu bozma potansiyeli taşıyor.
Türkiye, siyasi istikrarla tek başına iktidar arasındaki ilişkiyi yüceltmekle sonuçlanan kötü yönetim ve peşi sıra kriz tecrübeleri yaşadı. Unutmayın Belçika’da 2010 yılının Haziran ayında yapılan seçimlerden sonra Valonlarla Flamanlar arasındaki anlaşmazlık sebebiyle 540 gün hükümet kurulamadı ve Belçika’ya hiçbir şey olmadı.
Önemli olan, makro dengelerin sağlam olması, anayasal kurumların kanunlar, etik teamüller ve ortak akıl çerçevesinde uyum içerisinde çalışması.
Şunu açıkça söyleyebilirim ki, halkın sağduyusuna itaat eden ortak akıl, Erdoğan vesayetini geride bırakıp, ülkenin acil sorunlarına hızlı ve akılcı çözümler üretecek bir hükümet seçeneğini gerektiriyor. Böyle bir hükümetin Erdoğan vesayetinde bir AKP iktidarı olmadığı çok açık.
Her koşulda sorun, önümüzdeki zorlu sürecin ülke ekonomisine en az zararla, en kısa sürede nasıl atlatılacağı. Değişim yönetimiyle ilgili maharet gerektiren bir süreç bekliyor bizi anlayacağınız. Ne diyelim?..
Umarım 8 Haziran sabahı hepimizin kalbine cemre düşer...